31 Temmuz 2013 Çarşamba

Türkiye'nin en kuzeybatısı. Beğendik köyü!

Temmuz ayının son günlerindeyiz. Hava sıcaklığı gölgede 33 derece. 
Yine bir gezi planım var. Ancak bu sefer tek başıma gitmek istemiyorum. 

Gençlik yıllarımdan değerli arkadaşım, kadim dostum Erol'la oturuyoruz. 
Günlerden pazartesi. Bugün ve yarın izinli olduğunu söylüyor. 
Hemen programı yapıyoruz. Sabah 5.30'da Kırklareli / Demirköy / İğneada'ya 
hatta oradan da Türkiye'nin sınır köyü olan Beğendik köyüne gitmek için anlaşıyoruz. 

Bende yarın için iş durumunu ayarlıyorum ve yarın sabah erkenden çıkıyoruz yola. 
İlk iş en yakın benzinliğe girip depolarımızı bir güzel doyuruyoruz ve tripmetremizi "0" lıyoruz. 
Bazı bürokratik engellerden dolayı rotamızı trafik polisiyle karşılaşma 
ihtimalimizin en az olduğu yerlerden seçtiğimiz için Arnavutköy üzerinden 
Hadımköy yoluna bağlanıyoruz. Güneş yeni yeni doğmaya başlıyor. 

Ben Erol'a göre biraz daha deneyimli olduğumdan ( daha önce Çanakkale 
yolculuğunda başıma gelenlerden dolayı ) sıkı giyinmiştim. Erol durumun 
ciddiyetinden bihaber olduğundan ve her tecrübe onu kazanan 
için ayrı anlam ifade ettiğinden oldukça yazlık giyinmişti. 

Daha yola çıkalı 1 saat olmamasına rağmen Erol o kadar üşümüştü ki; yüzünde 
Himalayaların  zirvesine yaklaşan dağcıların yüzlerindeki bezgin ve donuk ifade oluşmuştu. 

Ayrıca bu gezi Erol'un gezisi oldu. Zira motosiklet geçmişi bundan önce toplasan 
50 km'yi bulmuyordu. Bugün 500 km yol yapmayı hedeflemiştik. Dolayısıyla 
geziyi tek parça olarak bitirmesi halinde "bu iş tamamdır!" diyecekti. 

Güneş yükseldikçe sıcaklık artıyor, arttıkça yol keyifleniyordu. Çatalca sınırlarına 
girdiğimiz andan itibaren Istıranca (Yıldız) dağlarının iklimi kendini hissettirmeye başladı. 
Meşe ormanlarından çıkan tazelik kokusu adeta ruhumu duruluyor. Manzaralarda, çeşmelerde, 
köprülerde, çaylarda duruyor fotoğraflıyoruz.



Bu arada yoldaki kirpiyi buldum. Ama ona çarpan arabadan önce bulmayı isterdim.

Orman yolunda ilerlerken daha önce maceraperest ve define avcısı bir abimizin define aradığı yerlerde birine uğradık. Çok ilginç bir yeri kazmışlar. yol kenarındaki koca meşenin köküne doğru kazı yapmışlar. Meşenin dibinden bizans döneminden yerleşim yeri

22 Haziran 2013 Cumartesi

Motorla Gelibolu



Bu hafta sonu motosikletimle Gelibolu'ya bağlı Adilhan sahil köyüne gittim. Kayınpederimin yazlığı ve daha da   önemlisi küçük kızım Defne'de oradaydı. Evlât sevgisi ile yeni başlayan motosiklet aşkı birleşince ortaya bu gezi çıktı.


Hafta içinden hazırlıklara başladım. Motorun yol için bakımını yaptım. Benim ekipmanlarımdan dizliğim eksikti. Şirinevler'de birkaç yere baktım. Hantal ve tek mafsallı; yani dizliğin sadece tek tarafı hareket eden türleri vardı. Transmotor motosiklet mağazasından iki tarafı da hareket eden yapısı, bacağı saran ve daha nazik duran hatta pantolonun içinde dahi giyilebilecek bir dizliği aldım. 65 lira etiketi olan bu dizliği küçük bir pazarlıkla 60 liraya aldım. Son olarak postaneye gittim. HGS için. Arabalar için yapılan HGS etiketinin aynısını motorlarada veriyorlar.Hem biçim olarak aynı hem de paralı yol ya da köprülerden geçiş ücreti aynı. 1. sınıf otomobil muamelesi görüyoruz. Ayrıca bu çıkartmalı HGS etiketini motorda yapıştırabileceğim bir yer de yok. Ben de reklamcıdan bir parça pleksiglas aldım. Bunları balık şeklinde iki parça çizip kestim. Arasına da HGS'yi koydum ki; yağmur, rüzgar, çamurdan etkilenmesin. Balığı da boyun anahtarlığıma taktım. Şimdi gişede balığımı gösterip geçiyorum. Balığımla her kapıyı açıyorum:) Şaka bir tarafa gişeden geçerken HGS yi okutma çabası oldukça komik duruma düşürüyor. Gişeye çarpan bile olmuş. Geçişten önce sağa çekip balığı hazırlıyorum, geçerken elimde tutarak okutuyor ve geçişten sonra sağa çekip topluyorum. Sağolsun ulaştırma bakanlığı eğlenceye doymayalım diye her şey düşünülmüş.


Yolculuğun her anı çok güzel. Rüzgârı hissetmek, yolu hissetmek, doğada açan çiçeklerin kokusu, deniz kokusu muhteşem. Belki motorun arabadan bir farkı da kokuları çok derin hissetmek. Terapi gibi geliyor. Koku terapisi:) Olumsuz yanları da yok değil. Selesi araba koltuğu gibi rahat olmadığından saat başı mola vermek gerekiyor. Belki benim motor başlangıç motoru olduğundandır. Bir de arabacıların görmezden gelmesi. Bazen ciddi tehlikeler yaratabiliyor. İlk molamı Tekirdağ'da MEY içki fabrikasının satış mağazasında verdim. Malum, misafirliğe eli boş gitmek olmaz. Bu arada kasın camına da yapışan sinekleri temizleyerek yoluma devam ettim. Tekirdağ'dan sonra yol bölünmüş yol manzara harika. Bu yolun bir de kumbağ - şarköy arası paralel bir orman yolu var ki enfes. 6-7 yıl önce babamla arabayla geçmiştik. O yolun manzarası fantastikti. Yamaç paraşütü pistinin yakınlarından geçen bir yol. Bir gezi de o yoldan düzenlemek lazım. Keşan Ki-pa' da bir mola daha verdim. Akşam yemeği için mangallık birşeyler, Defne'ye çikolata ve bazı minik hediyeler, meyveler falan derken işi biraz abarttım. Motosikletle geldiğimi umursamadan alışveriş yapmanın bedelini yolda poşetin birinden kavunun düşmesiyle ödedim. Arkamda gelen otobüs hızla geçti kavunun üzerinden, pörtledi bizim kavun. Kısmetten ötesi olmuyormuş. Korudağ'ı tırmanırken bol bol fotoğraf çektim. Dağın inişinde Saroz körfezinin muhteşem manzarası karşıladı beni. Her gördüğümde etkilendiğim fantastik bir tarafı var bu körfezin. Adilhan köyüne dağı iner inmez sağa dönülerek 3 km lik asfalt bir yolla ulaşılıyor. Köyden yazlığa da 5 km lik bol çukurlu dandik bir yol var. Yol kötü ama doğal çevre müthiş. Turizme açılmadığından bakir kalmış. Kitleler akın etmiyor. Etmeyince de yeşili yeşil mavisi mavi. Gri yok.


Sabah 07:15 te başladığım yolculuk yaklaşık 5 saat sürdü. 12 yi geçiyordu yazlığa geldiğimde. Kızımı çok özlemişim. Doya doya hasret giderdik. Denize girdik. Oyunlar oynadık. Akşamda kayınpeder güzel bir mangal ziyafeti hazırlamış. Asma yaprağında sardalya, köfteler, rakı, salata derken gece 2 olmuş. Ben zombiye dönmüşüm. Nasıl kalktığımı hayal meyal hatırlıyorum. Ölü gibi uyumuşum. Sabah kalktığımda yağmur yağıyordu. İnce ince ama sağanak. Kahvaltıdan sonra yağmur kesildi. Fırsatı kaçırmayayım dedim. Hemen hazırlıklarımı hızlıca  yaptım ve vedalaşıp yola çıktım. Birkaç km gittim ki ufak ufak yağmur damlaları vurmaya başladı cama. Durdum baktım bulut geçiyordu. Tekrar devam ettim. Korudağ'a tırmandım birşey yok. İnişe geçtiğimde birden bir sağnak başladı. Neye uğradığımı şaşırdım. Bir kaç saniyede donuma kadar sırılsıklam ıslandım. Üzerimde yazlık kıyafetler vardı. Yaklaşık 2 dakika maruz kaldığım yağmur beni pert etti. Her tarafımdan sular akıyor, kuru hiçbir yerim kalmamıştı. Haziranın 2. gününde olacak iş değil. Sığınacak bir yerde yoktu. Her taraf çeltik tarlaları.
Birkaç km ileride bir yol üstü restoranlarından birine girdim. biraz kurulanıp, ısındım. Bir bardak çay içerken yağmurun dinmesini bekledim. Yarım saat sürdü yağmur. Sonra kesildi. Keşan'a 10 - 15 km vardı. Islak giysilerle yavaş yavaş Keşan merkeze geldim. Bu arada dondum. Su ve soğuk geçirmeyen kıyafetler alabileceğim bir yer aradım. Av malzemeleri satan bir yer vardı. Sahibi tam kapatacakken girdim içeri. Termal içlikler, su geçirmeyen elyaf içlikli avcı yağmurluklarını görünce psikolojik olarak ısınmaya başladım. Üzerimdeki bütün kıyafetleri kuru, sıcak, ve termal giysilerle değiştirdim. Islakları taşımak için de bir sırt çantası aldım.Çoraplar bile termal çoraptı. Ucuzlukpazarından da ıslak eldivenler için plastik bulaşık eldiveni aldım. Ellerim de üşümüyordu artık. Keşan Shel'den de yakıyımı aldım.Ooh artık yollar gidişime hasta moduna girdim. Yolculuğun bundan sonrası çok rahat geçti.  Malkara yöre pazarında bir mola verdim. Burada gerçekten harika tost yapıyorlar. Malum yöre peynir yöresi. Gelen tostun içinde ekmekten çok kaşar vardı. kaşar arası ekmek gibi. Bizim burda cafelerde hele hele hastane bahçelerindeki büfelerde kaşarı mikroskopla arasan bulamazsın. Bu tost beni tam olarak kendime getirdi. Yanında bir de sade kahve içtim. Akşam olmadan evdeydim.

Gezi bütçesi; 520 km yol yapmışım. Km'de 0,15 kuruş yakmış. 78 lira yakıta verdim. Yağmurluk 125 lira. Termal içlik takım 80 lira. Termal çorap 15 lira. Su geçirmez sırt çantası 25 lira. Plastik eldive 2 lira. Tost ve kahve 6 lira.

10 Mayıs 2013 Cuma

Moto-Merak

Geçen yazdı. Evde kahvaltı yaptığımız sırada TRT BELGESEL'de "DEMİR ATLARLA" diye bir belgesel çıktı. İzmir'li birkaç kafadar atlamışlar motorlarına dağ tepe demeden geziyorlar, kamp yapıyorlar, tabiatın en doğal haliyle adeta ruhlarını arındırıyorlar. O ana kadar motosikletle ilgili en ufak bir hevesim olmamasına karşın birden, damdan düşer gibi motosiklet öğrenme isteği doğdu. O gazla ertesi gün sürücü kursuna kaydoldum. Ancak daha önce bırakın motor kullanmayı birisinin arkasında dahi oturmadım desem abartmış sayılmam. Neyse yazılı sınavdan geçtik. Pratik sınav için uzun yıllar motosiklet kullanan birini tuttum. Sınavdan bir gün önce trafiğe kapalı alanda yine kısa bir süre önce ikinci el aldığım ybr 125 motosikletle saatlerce pratik yaptım ve pratik sınavdan da geçtim.

Ehliyetimi aldım ve acemiliğimi atmak için Silivri'ye bağlı Danamandıra'daki babamın köy evine götürdüm motoru. 2012 yazının sonlarına kadar da gittikçe kullandım, kullandıkça pekiştirdim. Gerçekten zevk almaya başladım bu işten. Hatta neden daha önce yapmamışım diye hayıflanmaya başladım. Sürerken doğadaki kokuları almak farklı bir tecrübe. Özellikle doğada kullanmak tamamen keyif. Kaybolan yılları telâfi etmek için çok gezmek gerekecek şimdi. Ben de hiç "sevmem" gezmeyi.